‘Kadın kırımı politikalarına geçit vermeyeceğiz’

Son dönemlerde giderek artan taciz, tecavüzlere ve hükümetin kadına karşı cinsiyetçi bakış açısına dikkat çekmek maçıyla Gökkuşağı Kadın Derneği’nin yaptığı basın açıklamasında, “Taleplerimizi yükselterek tecavüzcülerden ve onlara sahip çıkanlardan da hesap sormaya devam edeceğiz.   Kadın kırımı politikalarına geçit vermeyeceğiz” denildi. ‘Kadın kırımı politikalarına geçit vermeyeceğiz’,kadın,kırımı,politikalarına,geçit,vermeyeceğiz

Bingöl, Siirt, Mardin ve Urfa gibi toplumun birlikte yaşam sürdürdüğü açık yerlerde, erkek zihniyetinin çekinmeden uyguladığı taciz ve tecavüzlere dikkat çekmek amacıyla Gökkuşağı Kadın Derneği yazılı açıklamada bulundu. Taciz ve tecavüzlerin kınandığı açıklamada, “Kürdistan’da kadın mücadelesi boyutlandıkça savaşın sonucu olarak tanımlanan şiddet biçimleri devlet tarafından Kürt halkına karşı uygulanan sistemli devlet politikası olarak sürdürülmekte” ifadelerinde bulunuldu.

Kadına yönelik şiddetin, erkek egemen sistemin ve onun sürdürücüsü olan AKP iktidarının, kadın bedeni üzerinden geliştirdiği, derinleştirdiği politikaları ve aynı zamanda kadın düşmanlığında sınır tanımayan tavrı ile hızla devam etmekte olduğunu belirten açıklamada, “  İktidara geldikleri günden itibaren kadınlara karşı ayrımcı, cinsiyetçi, gerici ve ırkçı politikalarından vazgeçmeden yollarına devam ediyorlar. Kadınlarla erkeklerin eşit olmadığı söylemini sık sık tekrar ederek, kadınların kaç çocuk doğuracaklarına, kürtaj olup olmayacaklarına karar vermeye, tecavüze uğradıklarında istemedikleri çocuğu ‘Devlet bakar’ diyerek zorla doğurtmaya,  hatta hastaneye giderek muayene olan kadınları fişlemeye ve hamile kadınlara ‘terbiyesiz’ diyerek hakaret etmeye kadar varan anti demokratik uygulamalarını ‘ileri demokrasi’ diye gösteren bu iktidar, kadının kamusal alana katılımını engelleyerek eve mahkûm etme, kadını değil ‘kutsal aileyi’ koruma gibi muhafazakar politikalarını sürdürmektedir” denildi.

Kadına yönelik şiddetin cinsiyetçi tutum sebebiyle artığını, dayak, taciz, tecavüz, çocuk istismarı, ve ölümler halen artmaya devam ettiğinin altı çizilen açıklama şöyle :

“ Kürdistan’da kadın mücadelesi boyutlandıkça savaşın sonucu olarak tanımlanan şiddet biçimleri devlet tarafından Kürt halkına karşı uygulanan sistemli devlet politikası olarak sürdürülmekte.  Kürt kadınlarına ve kız çocuklarına yönelik asker, polis, din görevlisi, kamu görevlileri, korucu ve devletin sosyal ajanlarının taciz ve tecavüzleri bu gerçeği açıkça ortaya koymaktadır. Devlet,  toplumsal ve siyasi her türlü şiddet ile sindirmek istediği Kürt halkına karşı kadın bedenine saldırma kozunu oynamaktan   geri durmamaktadır. Bireysel boyutu ile mağdur üzerinde şüphesiz en derin yaraları açan cinsel şiddet, Kürt kadınlarına ve kız çocuklarına yöneltilerek mağdurlar özelinde hem bugüne dek direnci ile özgürlük mücadelesinde ön saflarda yer almış Kürt kadınlarını sindirmeyi hem de kadını yaşam kabul eden Kürt halkının değerlerine saldırarak bir bütün olarak Kürt halkının iradesini kırmayı amaçlamaktadır.

Midyat’ta 20 yaşındaki N.F.’nin korucular Veli İnan ve Abdülkerim İşler’in de aralarında bulunduğu kişilerce, Bingöl’de ise 16 yaşındaki E.A.’nın iki yıl boyunca sekiz uzman çavuş tarafından tecavüze uğraması söz konusu sistematik vahşetin en yakın tarihli iki örneğidir. İnsanlık suçu işlemiş olan failler  halen serbesttir ve toplum için tehdit oluşturmayı sürdürmektedir. E.A.’ya iki yıl boyunca tecavüz eden sekiz uzman çavuşun tutuklanması talebi ise ilk etapta reddedilmiş ancak tecavüzcüyü himaye politikası yoğun bir toplumsal tepki ile karşılaşınca devlet tecavüzcülerden birini tutuklamak ve son olarak da diğer yedi uzman çavuşun görevlerine son vermek mecburiyetinde kalmıştır.

Altını çizmek isteriz ki; işlenmiş olan insanlık suçu karşısında devlet ancak mecbur kaldığı noktalarda ve atılabilecek en hafif adımları atarak aslında tecavüzcüleri himaye etmeyi sürdürmekte, öte yandan bu en hafif yaptırımları dahi çok önemli adımlar olarak göstermekten de geri durmamaktadır.  Değil hukuk devleti olmanın gerekleri, yalnızca sağduyu bile bu tecavüzcülerin şikayet anından itibaren derhal yakalanarak tutuklanmasını ve en ağır şekilde cezalandırılmasını gerekli kılar.

Gökkuşağı Kadın Derneği gönüllüleri olarak tüm taciz ve tecavüz  olaylarının takipçisi olacağımız bilinmelidir. Taleplerimizi yükselterek tecavüzcülerden ve onlara sahip çıkanlardan da hesap sormaya devam edeceğiz.   Kadın kırımı politikalarına geçit vermeyeceğiz.”

Gökkuşağı Kadın Derneği

04.08.2013 19:39

JINHA 

Haber için;

http://www.jinha.com.tr/tr/h/Kad%C4%B1n_k%C4%B1r%C4%B1m%C4%B1_politikalar%C4%B1na_ge%C3%A7it_vermeyece%C4%9Fiz

TECAVÜZE SESSİZ KALMAK, TECAVÜZE ORTAK OLMAKTIR.

gc3b6kkuc59fagi.jpg “Tecavüz bir insanlık suçudur”

Bir süre önce 16 yaşındaki E.A. isimli çocuğa, 4’ü uzman çavuş (bilinen sayı ile) 8 kişinin tecavüz etmesi üzerine       Bingöl Sulh Ceza Mahkemesince açılan davada tutuklanan zanlılar, üst mahkemece – Bingöl Asliye Ceza Mahkemesi-  serbest bırakıldı. Bu da yetmedi, mahkeme davaya gizlilik şerhi koydu. Avukatı aracılığıyla korunma isteyen E.A. nın talebi ise reddedildi.  N.Ç. davasında sessiz kalarak tecavüzcülerin değil N.Ç.’nin yargılanmasına ve suçlu bulunmasına ortaklık eden Aile ve Sosyal Politikalar Bakanı, Fatma Şahin ise davaya müdahil olacaklarını açıkladı. E.A. nın koruma altına alındığı açıklansa da, zanlılar hala serbest ve ortalıkta dolaşıyorlar.

E.A., bu insanlık suçunu işleyenlerden,  toplumdan, kendini her şey yerine koyan eril iktidar zihniyetinden korkmadan yaşananları anlatmış ve gerçekleri açığa çıkarmıştır. E.A., ailesi ve bizler, E.A.ya yapılan insanlık suçunu işleyenlerin bir an önce erkek adaletin hukukuyla değil gerçek adaletin hukukuyla yargılanmasını istiyoruz. Ancak görüyoruz ki erkek adalet hukuku tecavüz davalarında önceden de verdiği kararlara sadık kalarak E.A’yı değil, ona tecavüz edenleri öncelikle korumuş ve kollamıştır.

AKP iktidarının, erkek egemen politikalarının yargıdaki yansıması olan bu kararlar  kabul edilemez. Devlet eliyle yapılan bu tür işkencelere, kadınlara dönük düşmanca uygulamalara sessiz kalmayacağız!

E.A.’ya yönelik tecavüz, Pozantı ve Antalya cezaevlerinde çocuklara yönelik tecavüzler ve öncesinde de yaşanan sayısız korucu tecavüzleri Kürt halkının yarattığı direnişe karşı yürütülen savaş politikalarının ve tecavüzcü erkek egemen zihniyetinin ürünüdür.30 yıldan bu yana; bir savaş yöntemi olarak kullanılan şiddet, işkence, tecavüz ve cinsel istismar, bilhassa devletin, militarist ve eril zihniyetli sistemin korucu ve askerleri tarafından uygulamaya konmuştur. Kürt halkına imha olarak dayatılmıştır.1990’larda, bölgede binlerce kadın, çocuk, asker ve korucular tarafından tecavüze uğramış, şiddete, işkenceye maruz kalmıştır.

Adaleti sağlamakla görevli bu mahkeme ve bağlı olduğu kurumlar, halka, böylesi kararlarla nasıl adalet ve güven verebilecekler? Çözüm sürecinin oluşturulmaya çalışıldığı, kalıcı barışın konuşulduğu bu ortamda, devleti temsil eden eli silahlı kişilerin tecavüzleri, tecavüzü normalleştiren bu eril ve militarist devlet, nasıl adalet sağlayacak?

Bizler, devlet eliyle kadınlara ve çocuklara dönük olarak sistematikleştirilen bu tecavüzlere sessiz kalmayacağız!

Alınan utanç verici kararlara yenilerinin eklenmemesi için  mücadeleye edeceğiz.

GÖKKUŞAĞI Kadın Derneği olarak bizler, E.A. ya yapılan insanlık suçunu işleyen tüm askerlerin ve zanlıların biran önce tutuklanmasını ve adaletin sağlanması için gerekenlerin yapılmasını, delillerin biran önce toplanmasını, E.A.’nın ve ailesinin mağduriyetinin giderilmesini, psikolojik desteğin nitelikli şekilde verilmesini istiyoruz

Tecavüzcü devlet istemiyoruz.

GÖKKUŞAĞI KADIN DERNEĞİ

‘Yargılanması gereken savaş politikasıdır’

  • ‘KCK’ İSTANBUL DAVASINDA 5. DURUŞMA BAŞLADI 

111 TUTUKLU 205 KİŞİ YARGILANIYOR

2011 yılının ekim ayında İstanbul’da BDP il ve ilçe örgütlerine, siyaset akademisi ve derneklere düzenlenen operasyonun ardından gözaltına alınan ve aralarında akademisyen, yazar, insan hakları savunucularının da bulunduğu 111’i tutuklu 205 kişinin yargılandığı ‘KCK’ İstanbul ana davasının 5’inci duruşması, Silivri Ceza İnfaz Kurumları Yerleşkesinde bulunan İstanbul 15. Ağır Ceza Mahkemesinde görüldü.

Dava, duruşmaya giden avukatlar ile basın mensuplarını taşıyan aracın kaza yapması nedeniyle gecikmeli olarak, mahkeme heyetinin, tutsak Kürt siyasetçilerin kimlik tespitini yapmasıyla başladı.

SİYASETÇİLER ADINA ORTAK SAVUNMA

Duruşmanın sabah yapılan oturumunda 40 tutuklunun kimlik tespiti Kürtçenin Kurmanci ve Zazaki lehçelerinde tercümanlar eşliğinde yapıldı. Kimlik tespitlerinin tamamlanmasının ardından Avukat Sinan Zincir söz alarak, tutukluların savunmalarının BDP MYK Üyesi Mustafa Avcı ve BDP Bağcılar İlçe Örgütü Eski Eş Başkanı Eşref Yaşar’ın yapacakları savunmalarla başlamasını talep etti. Zincir’in kararını değerlendiren mahkeme heyeti, talebi kabul etti. Ara verilen duruşma, BDP MYK Üyesi Avcı’nın tutsak siyasetçiler adına yapacağı ortak savunma ile devam etti.

Duruşmaya verilen öğle arasında ise duruşma salonu önünde Gökkuşağı Kadın Derneği tarafından basın açıklaması düzenlendi. “Siyasi tutsaklar serbest bırakılsın” yazılı pankartın açıldığı eyleme duruşmayı izlemek için gelen onlarca tutuklu yakını da katıldı. Sık sık ‘Jin jiyan azadi’ ve ‘Siyasi tutsaklara özgürlük’ sloganlarının atıldığı eylemde Gökkuşağı Kadın Derneği adına basın açıklamasını Bircan Şahin yaptı.

‘SİYASİ TUTUKLULAR SERBEST BIRAKILSIN’

Şahin, 2009 yılından bu yana AKP iktidarının barış mücadelesi veren, demokratik siyaset yapan başta kadınlar olmak üzere aralarında Kürt siyasetçilerin, gazetecilerin ve avukatların da bulunduğu binlerce kişiyi KCK operasyonları adı altında ‘tutsak’ aldığını söyledi. PKK Lideri Abdullah Öcalan’ın 21 Martta okunan mesajının ardından gelişen sürece de değinen Şahin, “Tarihsel bu çağrıyla yeni bir sürece girildi. Kürt sorununun çözümü, demokratikleşme ve özgürlük için müzakere ve diyalog sürecinde biz kadınlar aktif olarak yer almaktayız. TMK kaldırılmalı, yeni eşit ve özgürlükçü bir anayasa oluşturulmalı, ana dilde eğitim hakkı anayasal güvence altına alınmalı, seçim barajı kaldırılmalı” diye konuştu. Yaşanan süreçle birlikte tüm tutukluların da serbest bırakılmasını istediklerini belirten Şahin, “Yargılanması gereken kadınlar değil savaş politikalarını yürütenler ve uygulayanlardır. Siyasi tutsaklar serbest bırakılsın” dedi.

AVCI: SÜRECİN YANINDAYIZ, DAVA ARTIK DÜŞMELİ

Duruşmanın öğleden sonra yapılan son oturumunda tutsak Kürt siyasetçiler ve insan hakları savunucuları adına BDP MYK üyesi Mustafa Avcı Kürtçe tercüman eşliğinde savunma yaptı.

Türkiye’nin Kürt sorununun çözümü noktasında yaşanan siyasi gelişmeler bakımından tarihi bir süreçten geçtiğini ve bu tarihi süreçte yargılandıklarını ifade eden Avcı, tutuklandıkları tarihten bu yana Türkiye’nin siyasal atmosferinde ve toplumsal psikolojisinde büyük farklılıklar yaşandığını söyledi. Avcı, “Çünkü bu değişimin temelinde Kürt sorunu var. Bizler de Kürt sorunundan doğru yargılanıyoruz. Her şeyden önce yine tüm Kürt siyasetçileri gibi yargılanıyor olmamızın nedenleri Kürtlerin cumhuriyet tarihi boyunca inkar edilmesi her türlü insani ve halkı taleplerinin bastırılması yoğun asimilasyon ve her türlü anti demokratik uygulamalara maruz kalmasıdır” dedi. Tüm çabalara rağmen Kürt halkının yoğun baskılardan kurtulamadığını belirten Avcı, “Kürt halkına zindanlar meşru görüldü, faili meçhuller yaşandı. Tüm bunlara rağmen halkımız anadilinden, onurundan taviz vermeyip mücadelesine devam etti. Devlet tüm kurum ve kuruluşlarıyla Kürtçeyi yok etmek ve Kürtleri Türkleştirmeye çalışırken Kürtlerin ruhsal dünyasında derin travmalara yol açtı. Ancak Kürtler ‘dilim varlığımdır, onurumdur dilsiz yaşam olmaz’ bilinciyle hareket ederek büyük bedeller pahasına asimilasyon ve baskılara direndi” diye konuştu.

Daha önceki yıllarda da PKK tarafından siyasal çözüme zemin olsun diye birçok kez tek taraflı ateşkeslerin ilan edildiğini belirten Avcı, ancak o dönemlerin iktidarlarının yaklaşımlarının tüm barış olanaklarını heba ettiğini sözlerine ekledi. Avcı, “Oslo sürecinden sonra hükümet açılım projesinden vazgeçti. Yerine entegre strateji olarak nitelendirdiği konsepti devreye soktu. Bu konseptle sadece PKK’yi değil, BDP’yi ve tüm sivil toplum kuruluşlarını da kapsayacak bir şekilde bir yönelim başlatıldı. Çok geçmeden bu yolun yol olmadığı acı ve yıkımdan başka hiçbir işe yaramayacağı herkes tarafından bir kez daha anlaşıldı. Bizler sözü edilen sürecin mağdurları olarak bize yapılmış haksızlığa hukuksuzluğa rağmen dışarıdayken yürüttüğümüz barış ve özgürlük mücadelesini cezaevinin ağır koşullarında da yürütüyoruz” diye konuştu.

PKK Lideri Öcalan’ın 21 Mart’ta yaptığı açıklamayı ise “miladi” bir açıklama olarak nitelendiren Avcı, 2013 Newroz’u ile birlikte toplumda büyük bir umut ve sevincin yaşattığını ifade etti. Barış sürecinin toplumsal umut ve beklenti yarattığını da sözlerine ekleyen Avcı, “Son 5 ayda yaşanılan gelişmeler baş döndürücü nitelikte olduğu kadar ümit verici de. Ülkemiz ve halklarımız adına sevindiricidir. Gecikmiş de olsa girilmiş olan bu yol aklın ve kardeşlik hukukunun gösterdiği yoldur. Bizler de bu sürecin yanındayız. Başarısı için de çaba içinde olacağız. Koşullarımız ne olursa olsun halkımızın özgür ve demokratik bir topluma kavuşması için mücadelemizi yürüteceğiz” dedi. Avcı, savunmasının sonunda ise şu ifadeleri kullandı: “Tutuklu durumda olan tümümüzün serbest bırakılması ve davanın düşmesi gerekir. Bu hem hukukun gereğidir, hem de Türkiye demokrasisinin ulaşma çabasında olduğu düzeyin gereğidir. Kaldı ki bizim mahkemeden beklentimiz yalnızca davamızın seyri ile ilgili değildir. Serbest bırakılmamamız ve davanın düşmesi olması gerekendir. Beklentimiz bu dava şahsında mahkeme heyetinin geliştireceği hukuki yorumla çözüm sürecine sunacağı katkıdır” dedi.

Avcı’nın savunmasının ardından mahkeme heyeti, duruşmayı yarına erteledi.


AVUKAT VE GAZETECİLERİ TAŞIYAN ARAÇ KAZA YAPTI

‘KCK’ İstanbul ana davasını izlemek üzere bugün İstanbul’dan Silivri’ye giden ve içinde avukatlar ile gazetecilerin de olduğu 11 kişinin bulunduğu araç, Selimpaşa Metro Dinlenme Tesisleri yakınında tekerleğinin patlaması sonucu yoldan çıkarak, takla attı. Kaza sırasında yaralanan ve aralarında Gazetemiz Muhabiri Eda Yıldırım  Hayat Televizyonu Spikeri Burcu Tunç, DİHA Muhabiri Mütha Çetin, ETHA Muhabiri Yıldız Tar ve BirGün Gazetesi muhabiri Elçin Yıldıray’ın da bulunduğu 7 kişi, Silivri Anadolu Hastanesine kaldırıldı. Hastanede hayati tehlikesi olmayan 7 yaralının da tomografisi çekildi. Tomografisi çekilen 7 kişinin ayakta tedavisi yapıldı.

(İstanbul/DİHA)

“Kürtaj Yasada Hak, Hastanelerde Yasak”

Kürtaj Haktır Karar Kadınların Platformu üyesi kadınlar Taksim Hastanesi önünde yaptıkları basın açıklamasında kamu hastanelerinde kürtaja getirilen fiili kısıtlamalara dikkat çekti.

Kürtaj Haktır Karar Kadınların Platformu’ndan kadınlar bugün Taksim Eğitim ve Araştırma Hastanesi önünde toplanarak fiili olarak kürtaj yasağının yaygınlaşmasını ve doğum kontrol yöntemlerine erişimin zorlaşmasını protesto etti.

“Kürtaj haktır karar kadınların”, “Devlet elini bedenimden çek”, “Bedenimiz, emeğimiz, kimliğimiz bizimdir”, “Yasada hak, hastanede yasak”, “Kadın düşmanı Tayyip Erdoğan”, “Ücretsiz güvenli kürtaj haktır” sloganları atan kadınlar, hastanelerdeki fiili kürtaj yasağını, erkeklerin korunmamasını, tıbbi kürtaj varken cerrahi kürtaj yapılmasını kabul etmediklerini ifade ettiler.

Sıraselviler Caddesi üstünde yapılan basın açıklamasının ardından Kürtaj Haktır Karar Kadınların Platformu üyesi kadınlar, hastane bahçesindeki hasta ve hasta yakınlarına “İstemeden hamile kalırsanız” başlıklı kitapçık dağıttılar.

Kadınların hastaneye girip sessiz şekilde kitapçık dağıtmasına izin vermeyen güvenlik müdürü “Ben emekli polisim, sıkıysa bana dokunun” dedi.

“Erdoğan konuştu, kürtaj zorlaştı”

Basın açıklaması metnini Kürtaj Haktır Karar Kadınların Platformu’ndan Sakine Günel okudu.

Kürtajın yasada hak, hastanelerde yasak olduğuna dikkat çekilen açıklamada şu ifadelere yer verildi:

“Erdoğan’ın 22 Mayıs 2012’de yaptığı açıklamanın ardından kürtaj yapmayan kamu hastaneleri artmaya başladı ve doğum kontrol yöntemlerine erişim zorlaştı.

“Hastanelerde kürtajla ilgili fiili yasak sürüyor. Kürtaj yasağı ile kadınların bedenleri, doğurganlıkları, cinsellikleri denetlenirken kürtaj hizmetine ulaşmanın, güvenli koşullarda kürtaj yaptırmanın ne kadar güç olduğunu görüyoruz.

“Hükümet ileri sürdüğü ‘Beş çocuğa erken emeklilik’ yalanıyla kadınların çok çocuk doğurmaları için, bedenleri ve hayatları üzerine zorbaca baskı yapıyor. Yasada 10 hafta sınırına rağmen sekiz haftaya kadar kürtaj yapan ya da hiçbir tıbbi ve yasal gerekçe sunmadan kürtaj yapmayan kamu hastaneleri var.

GEBLİZ: Mahremiyetin ihlali

“Hükümet ‘sağlıkta dönüşüm’ adını verdiği program ile birinci basamak sağlık kuruluşları yani kürtaj hizmetine en yaygın ulaşılan “Ana Çocuk Sağlığı ve Aile Planlaması” (AÇSAP) Merkezlerini tasfiye etti.

“Sosyal Güvenlik Kurumu’nun (SGK) gittikçe kısılan sağlık hizmetleri içinde kürtajın parası karşılanmıyor. Kamu hastanelerinde kürtaj yaptıramayan kadınlar, fahiş paralar ödemek ve sağlıksız koşullarda kürtaj olmak zorunda kalıyor.

“Bir yandan da isteğe bağlı kürtajda evli kadınlarda ‘koca izni’ şartı aranması, bekâr kadınların fişlenme endişesiyle kamu hastanelerine başvurmasını zorlaştırıyor. Gebe İzleme Projesi (GEBLİZ) uygulaması kalkmalıdır.

“Kadınlar bakamayacakları çocukları doğurmaya zorlanıyor. Aksi durumda kamusal sağlık hizmetinden dışlanıyor. Kadın doğum bölümü olduğu halde kürtaj yapmayan hastanelerden biri olan Taksim İlkyardım Hastanesi dahil tüm hastanelerde ücretsiz, sağlıklı, erişilebilir ve güvenli koşullarda kürtaj hizmeti verilmesini ve kürtajda 10 haftalık yasal süreye uyulmasını ve yasal sürenin 12 haftaya çıkarılmasını istiyoruz

“İl Sağlık Müdürlüğüne soruyoruz;

* İstanbul’da nitelikli, ücretsiz, güvenli kürtaj hizmeti için nereye başvurulabilir?

* 10 haftaya kadar kürtaj hak olduğu halde, bu hakkı fiili olarak engelleyen hastaneler hangileri?

* Taksim Hastanesinde neden kürtaj yapılmıyor? Herhangi bir gerekçe bildirmeksizin, keyfi olarak kürtaj başvurularını geri çeviren hastaneler ve sorumluları hakkında yaptırım uygulandı mı?”

Güvenlikçiden tehdit: “Emekli polisim, sıkıysa dokun”

Basın açıklamasının ardından hastane bahçesine yönelen kadınlar “Kürtaj Haktır Karar Kadınların Platformu” tarafından hazırlanan “İstemeden Hamile Kalırsanız” başlıklı kitapçığı hasta ve hasta yakınlarına dağıttı.

Kitapçığı hastane içinde de dağıtmak isteyen kadınların ana giriş kapısından girmesine izin vermeyen hastane güvenliği kadınları poliklinik kapısına yönlendirdi. Ancak burada da geçişe izin verilmedi.

İşin ilginç yanı kadınları ana giriş kapısından poliklinik kapısına yönlendiren güvenlik müdürünün bu kapıda da kadınları bizzat kendisinin engellemesiydi.

Kadınların kapıya yüklenmesi üstüne sinirlenen güvenlik müdürü “Ben emekli polisim, sıkıyorsa bana dokunun bakalım” diyince kadınların alkışlarıyla karşılaştı.

Kapıların açılmaması üstüne kısa bir konuşma yapan Avukat Meriç Eyüboğlu, “Biz burada kapı tutan iki güvenlikçiyle değil, biz Başbakan’la uğraşıyoruz. Çünkü o da bizim bedenimizle uğraşıyor. Siz bu kapıları kapatsanız da bir burada olmaya devam edeceğiz” dedi.

Ekin Karaca

BİANET

Sakine, Fidan ve Leyla’nın Öldürülmesini Kınıyoruz!

sakine-fidan-leyla
Kürt özgürlük mücadelesi tarihinde, kadın önderliğinin eşsiz temsilcisi Sakine Cansız yoldaş, Fidan Doğan ve Leyla Söylemez yoldaşlar alçakça bir saldırı sonucu Paris’te katledildiler. Sakine, Fidan ve Leyla Kürt özgürlük hareketinin olduğu kadar kadın özgürlük mücadelesinin de önemli direnişçileriydi. Dersim’in asi ve direnişçi tarihinin sembollerinden olan Sakine Cansız yoldaşımız, direnişin ne demek olduğunu az çok bilen herkesin mücadelesi önünde saygıyla eğildiği bir kadın yoldaşımızdı. Fidan Doğanve Leyla Söylemez, kadın cins bilinciyle mücadele içinde yer alan yoldaşlarımızdı. Sakine, Fidan ve Leyla arkadaşlarımıza yönelik gerçekleşen suikast kadınlara ve kadınların özgürlük mücadelesine yönelik yapılmış bir suikasttır. Biz Kürt kadın hareketi olarak direnişinden beslendiğimiz Sakine yoldaşın şahadetinin özgürlüğümüzün rehberi olacağı, Fidan Doğan ve Leyla Sönmez yoldaşların anılarını yaşatacağımızın, kadın mücadelesini yükselteceğimizin sözünü veriyoruz.
Sakine Cansız, KNK Paris temsilcisi Fidan Doğan ile Leyla Söylemez’in vahşice katledilmesi sadece Kürt özgürlük mücadelesine değil, aynı zamanda bu ülkenin her şeyden çok ihtiyaç duyduğu barış girişimlerine ve bir bütün olarak ülkenin geleceğine yönelik bir suikasttır. Kürt sorununun çözüm sürecinde devletin ve uluslar arası güçlerin Kürt halkına nasıl bir çözüm dayattığı açıkça bellidir. ‘Müzakerelerin yanında terörle mücadele de sürecek’ diyen katliamcı zihniyet, barışın öncüsü olacak kadınları katlederek, Kürt halkına ve kadın özgürlük mücadelesine gözdağı vereceğini düşünerek, kontra faaliyetlerini devam ettirmektedir. Yüz yıllık devlet politikasının göremediği, Kürt tarihinin uygulanan katliamlar tarihi olduğu kadar bu katliamlara karşı direnişin de tarihi olduğudur. Bu komplo AKP, Avrupa ve Fransa hükümetinin iradesinden bağımsız gelişmemiştir. Aksi durumu iddia edenler bu olayı hızlı biçimde aydınlatmalı, Kürt halkına hesap vermelidir.
Mücadelelerinden beslendiğimiz bu üç kadın yoldaşımızın mücadelesi önünde saygıyla eğiliyoruz. Sonsuz acı duymaktayız, ancak acımız bizi öldürmeyecek, bileyecek, iradeleştirecek ve zafere ulaştıracaktır.

Demokratik Özgür Kadın Hareketi

‘Vekilime dokunma, seçilmişe saygı duy’

BDP İstanbul Milletvekili Sebahat Tuncel’e 8 yıl 9 ay hapis cezası verilmesi ve artan dokunulmazlık tartışmalarına kadın örgütlerinden tepki geldi. Kadınlar, hükümete “Vekilime dokunma, seçilmişe saygı duy” çağrısı yaptı.

Barış İçin Ka'Vekilime dokunma, seçilmişe saygı duy' 7dın Girişimi, HDK İstanbul Kadın Meclisi, Gökkuşağı Kadın Derneği, Kadın Emeği Kolektifi, İlerici Kadınlar Dayanışma Derneği, İmece Kadın Sendikası, Sosyalist Feminist Kolektif, Yeni Demokrat Kadın, DİSK’li Kadınlar, EHP’li Kadınlar, Halkevci Kadınlar, İHD’li Kadınlar, ÖDP’li Kadınlar ve Emekçi Kadınlar, milletvekilleri başta olmak üzere Kürt kadınlarına yönelik baskı ve tutuklamaları protesto etti.

Galatasaray Meydanı’nda bir araya gelen kadınlar, “BDP’li kadın vekillere dokunma” yazılı pankat ve “Devlet Kürt kadınlara dokunma”, “Sebahat Tuncel’e dokunma”, “Kadın düşmanı ırkçı faşist AKP” dövizleri açtı. AKP’nin milletvekilleri başta olmak üzere Kürt kadınlarına yönelik cinsiyetçi, ırkçı saldırılarını protesto eden kadınlar, oturma eylemi yaptı. Eylemde, “Vekilime dokunma seçilmişe sahip çık”, “AKP savaş kadınlar barış istiyor”, “Kadın düşmanı AKP”, “Sebahat Tuncel’e dokunma” sloganları atıldı.

Kadınlar adına açıklama yapan Gülfer Akkaya, AKP’nin ülke içinde ve dışında savaşın sesini yükselttiği bu günlerde, Başbakan ve AKP’lilerin Kürt halkının siyasi temsilcilerine yöneilik saldırılarının cinsiyetçilikle birleştiğini ve BDP’li kadınlara yöneltildiğini kaydetti.

BDP milletvekillerinin dokunulmazlıklarının kaldırılmasının tartışıldığını hatırlatan Akkaya, “AKP, içeride ve dışarıda sürdürdüğü savaş politikasını, Meclis’teki asıl muhalefet odağı BDP’li vekillerin dokunulmazlığını kaldırma tehdidiyle, özel olarak kadın vekilleri cinsiyetçi saldırılarla da susturmak istiyor” dedi.

‘SÖZLÜ SALDIRI FİZİKİ ŞİDDETE DÖNÜŞTÜ’

“AKP’nin cinsiyetçi ve şovenist yönetimi, BDP’li kadın vekillere sözlü saldırganlığın yanı sıra fiziki şiddet uygulamaktan da geri durmuyor” diyen Akkaya, Ayla Akat Ata ve Pervin Buldan’ın polisin nişan alarak attığı gaz bombası sonucu ayağında yaralandığını, Emine Ayna’nın hedef gösterilmesinin yanı sıra polis tarafından yerlerde sürüklendiğini, Sevahir Bayındır’ın polisler tarafından bizzat hedef alındığını hatırlattı. Akkaya, Başbakan’ın, BDP Eş Başkanı Gültan Kışanak ve DTK Eş Başkanı Aysel Tuğluk’u hedef göstermeye devam ettiğini kaydetti.

‘HİÇ OLMAZSA KENDİ YASALARINIZDA ÖNGÜRÜLENİ YAPIN’

“Bugü'Vekilime dokunma, seçilmişe saygı duy' 7n Meclis’te zaten her daim ‘dokunulan’ BDP’li vekillerin dokunulmazlıklarının kaldırılmasının tartışılması bizler için yeni bir şey değil” diyen Akkaya, şöyle devam etti: “Kadınlar olarak, AKP ve benzeri şovenist, cinsiyetçi partilere diyoruz ki; zaten dokunuyordunuz, dukunulmazlıkların kaldırılması sopasından vazgeçin. Milyonlarca insanın oyuyla seçilmiş olan BDP’li milletvekillerinin dokunulmazlıklarını kaldırmayı değil, milletvekillerinin dokunulmazlık hakkına saygı duymayı öğrenin. Hiç olmazsa kendi yasalarınızda öngörülen, milletvekilleri arasında var olduğu söylenen soyut eşitliği çiğnemeyin.”

Akkaya, “KCK operasyonları, tutuklu vekillerin tutsak alınması, dışarıdaki vekillerin dokunulmazlıklarının kaldırılması ya da KESK’lilere yönelen saldırıların Kürt sorununda adil barış koşulları ve siyasi çözüm için mücadale edenleri yıldıramayacağını” söyledi.

Akkaya, BDP’li kadın vekillere, KESK’li ve DÖKH’lü kadınlara yönelen baskı ve şiddete karşı dayanışmayı yükselteceklerini kaydetti.

 

Etkin Haber Ajansı

Katil Sezaryen Yasağı

‘YASAKLAR KADIN VE ÇOCUK ÖLÜMLERİNİ GETİRDİ’

Sezaryanın yasaklanmasının ardından yaşanan ölümlere dikkat çeken SKM Sözcüsü Kaya, “Katil sezaryan yasağı dedi. Kaya Başbakan ve Sağlık Bakanı’na seslendi: “Yasakçı zihniyetiniz sonucu yaşanan ve yaşanacak ölümlerden sizler sorumlusunuz.”

Kaya, “Kadın bedeni ve iradesi yok sayan erkek egemen devlet zihniyeti ve uygulamaları sonucunda getirilen kısıtlama ve yasaklar kadın ve çocuk ölümlerini de beraberinde getirdi” şeklinde konuştu. SKM Sözcüsü Kaya, sezaryan getirilen yasağının iki kadının ve bir bebeğin yaşamını yitirmesine neden olduğunu vurguladı.

Başbakan Erdoğan ve Sağlık Bakanı Recep Akdağ’a seslenen Kaya, şunları söyledi: “Kadın ve çocuk sağlığını güvenceleyen sağlık hizmetleri vermek zorundasınız. Yasakçı zihniyetiniz sonucu yaşanan ve yaşanacak ölümlerden sizler sorumlusunuz. Sağlıkta dönüşüm politikaları diyerek, sağlığı özelleştirdiniz ve özel hastahane patronlarının kasalarını şişirdiniz” dedi.

Sezeryan hakkının gasp edilemeyeceğiini vurgulayan Kaya, “Kadınlar kendi bedenleri üzerinde söz sahibidir ve ne şekilde doğum yapacaklarına kendileri karar verme hakkına sahiptir. Bu hakkı gasp edemezsiniz” şeklinde konuştu.

Bağlantı

TUTUKLU KADINLARA MEKTUP VAR!

Kadınlar, Demokratik Özgür Kadın Hareketi’nin (DÖKH) çağrısıyla Galatasaray Postanesi’nin önünde toplandı. KCK davası kapsamında cezaevinde olan tutuklu kadınlar için yaptıkları basın açıklamasının ardından yazdıkları kartları cezaevlerine postaladılar.
Barış ve Demokrasi Partisi (BDP) İstanbul İl Kadın Meclisi adına yapılan açıklamada son üç yıldır yoğunlaşan tutuklamalarla demokrasi ve özgürlük isteyen binlerce kişinin hukuksuz ve adaletsiz bir biçimde cezaevine konduğunu eleştiren kadınlar, şu ifadelere yer verdi:
“100 yıldır hakları gasp edilmiş olan Kürt halkının ve bin yıldır hakları gasp edilen kadınlar, hakları teslim edileceğine öldürülüyorlar ya da tutuklanıyorlar. Tutuklananlar üzerinde de sistematik işkence devam ediyor. Türkiye cezaevlerinde bulunan tutuklu sayısı cezaevlerinin kapasitesini her yerde ikiye katlamış durumda.”
Eskiden işkencelerin daha kolay açığa çıktığını belirten kadınlar, şimdi kadın mahkumların cezaevinde insanlık dışı şekilde arandığını belirterek, siyasi mahkumların koşullarının kamuoyundan saklanmasına tepki gösterdi.
Eyleme katılan Sebahat Tuncel ise şöyle konuştu:
“KCK adı altında yapılan siyasi soykırımda 700 kadın tutuklu. Büyün kamuoyu biliyor ki bu yalnızca siyasi katılım sorunu değildir. Türkiye’de kadınlar geleneksel aile biriminin içinde hapsedilip, daha çok eve kapatılarak, özgür birey olma hakkından mahrum bırakılıyor.”
İstanbul Emniyet Müdürlüğü Terörle Mücadele Müdür Yardımcılığına Sedat Selim Ay’ın atanmasını eleştiren Tuncel, “Başbakan resmen tecavüzcü birine sahip çıkıyor” dedi.
DÖKH olarak dünyayı değiştirmek istediklerini, ancak bunu başarabilmeleri için dünyanın da kadınları kabul etmesi gerektiğini vurgularken, “Elli bin kişi yaşamını kaybetti. Her gün gerilla ve askerin ölüm haberi geliyor. Yetmedi mi?” diyen Tuncel, kadınlar olarak savaş değil barış istediklerini ve barış için de tek çözüm yöntemi olduğunu müzakere olduğunu ifade etti.
“Erkek egemen politikalara olduğu kadar savaş politikalarına da karşıyız” diyen Tuncel, savaş ve ölümler olmadan da barışın mümkün olabileceğinin altını çizdi. Konuşmaların ardından, “Jin jiyan azadî” sloganlarıyla tutuklu kadınlara kartlar gönderildi.

 

TÜRK JİNEKOLOJİ ve OBSTETRİK DERNEĞİ ( TJOD ) BASIN AÇIKLAMASI

TÜRK JİNEKOLOJİ ve OBSTETRİK DERNEĞİ ( TJOD ) BASIN AÇIKLAMASI

TÜRKİYE BÜYÜK MİLLET MECLİSİNE SUNULAN SEZARYENLE İLGİLİ
KANUN TEKLİFİNE İLİŞKİN DEĞERLENDİRME

Sezaryen oranları tüm Dünya ülkelerinde artış göstermektedir.
Bu oranın Çin’de %46, ABD’de %31.8, İtalya’da %40, Norveç’te %16.6 olduğu belirtilmektedir. Türkiye’de 2003 Türkiye Nüfus ve Sağlık Araştırmasına (TNSA) göre %21.2 olan sezaryen oranının, 2008 TNSA ‘da %36.7 olduğu belirtilmektedir. 2011 yılı itibarıyle Türkiye’de ortalama sezaryen oranının % 48 olduğu açıklanmıştır. Dünya Sağlık Örgütü’nün ( DSÖ ) 1985 yılındaki önerisi ülke sezaryen oranlarının %15 i aşmaması şeklinde ise de, bu oran tüm gelişmiş ve gelişmekte olan ülkeler için çoktan aşılmıştır. 2009 itibariyle, OECD ülkelerinde ortalama sezaryen oranı % 26 olup, DSÖ’nün oranlarının üzerindedir.
Türkiye’de elbette sezaryen oranları yüksektir ve bir plan dahilinde düşürülmesi gerekmektedir. Bu oranların düşürülmesine yönelik dünyadaki uygulamaları da içeren geniş bir program bundan yaklaşık 2 yıl önce,Sağlık Bakanlığı’na sunulmuştur. Programla ilgili hiçbir uygulama yapılmadan, dünyada bir ilki oluşturacak şekilde, hekim sorumluluğu ve yetkisinin kanunla düzenlenmesi yoluna gidilmesi, Türkiye’nin Dünyadaki imajını zedeleyecek bir girişim olarak görülmektedir.

Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne sunulan kanun teklifine bakılacak olunduğunda;
————————————————————————————————————————–
Kanun teklifi ile Umumi Hıfzıssıhha Kanunu’nun 153. maddesinde yapılan düzenleme, tıbbi endikasyon bulunması halinde sezaryen ile doğumun gerçekleştirilebileceğini belirtmektedir. Bunu yeni bir düzenleme olarak değerlendirmek mümkün değildir. Yasa teklifi ile sezaryene ilişkin verilen izin daha önceki yasal düzenlemeler kapsamında sezaryen engellenmediğinden zaten uygulamada mevcuttu. Kanun teklifindeki maddenin lafzi yorumuna dayanarak olandan olmayanın çıkarımı yapıldığında, Türkiye’deki sezaryen oranlarında özellikle son dönemlerdeki artışın nedeni olarak görülen anne istemli sezaryene izin verilmediği anlaşılmaktadır. Nitekim madde gerekçesine bakıldığında; tıbbi endikasyon olmaksızın sadece anne ve hekim isteği ile sezaryen yapılmasının önlenmesi ve doğumu yaptıran hekimin sorumluluğu amaçlanmaktadır. Yasa teklifi ile getirilen yeni düzenleme, anne istemli ya da hekimin taktir hakkını ortaya koyan sezaryene izin vermemesidir.
.

Maddenin gerekçesine bakıldığında;

————————————————————————————————————————-

Kanunun gerekçe kısmının 4. Paragrafında, sezaryenin gerekli olduğu durumlar, sezaryenin en fazla risk taşıdığı durumlar olarak dile getirilerek önemli bir yanlışlığa neden olunmaktadır.Toplumda tartışılmadan aceleyle çıkarılmaya çalışılan yasa taslağının hazırlanmasında gerekli özenin gösterilmediği anlaşılmaktadır.
Kanun teklifinde tartışılması gereken husus anne istemli sezaryendir. Anne istemli sezaryende çeşitli kişisel nedenlerle anne adayı doğumun sezaryen ile sonlandırılmasını istemektedir. Anne istemli sezaryen oranının ülkemiz için %4 olduğu açıklanmışsa da bu oranın kesin olarak ne olduğu bilinmemektedir. Nitekim Amerika Birleşik Devletleri’nde New Jersey’de yapılan bir çalışmada anne istemli sezaryen oranının %2.5 olduğu belirtilmiştir Annenin sezaryen için ileri sürdüğü nedenler bu başlıklar altında toplanabilir.

• Annenin sezaryen istemini artıran nedenlerin başında vajinal yolla doğum korkusu gelmektedir.. Özellikle ilk doğumlarını yapacak olanlarda yaşanılan korkunun yanı sıra daha önceden komplikasyonlu doğum öyküsü bulunanlardaki korku, sezaryenin seçilmesinde etken olmaktadır.

• Ekonomik ve kültürel gelişimin sonucu olarak kadınlarda evlenme ve çocuk sahibi olma yaşı giderek yükseldiği gibi her yaşta kadınların bir ya da iki çocuk sahibi olma isteği de yüksek orandadır. Bu nedenle bu gurupta sezaryen istemi ağır basmaktadır.

• Amerika Birleşik Devletleri’nde sezaryen isteminde bulunan annelerin çoğunlukla yüksek kilolu olduğu bildirilmektedir. Ağır annelerin daha yüksek kilolu çocuklara sahip olacağı düşüncesi ile özellikle 4000 gramın üzerindeki iri bebeklerin vajinal yolla doğumunun hem annede hem de bebekte bazı zararlara neden olacağı endişesi sezaryen istemini artırmaktadır.

• Özellikle in vitro fertilizasyon ( tüp bebek ) yöntemi ile gebe kalmış anneler olmak üzere çoğul gebeliğe sahip annelerin de doğumu sezaryenle gerçekleştirme istemi artmaktadır.

• Anne yeterli aydınlatma yapılmasına rağmen, kendi özgür isteği ile sezaryeni tercih edebilmektedir.

İleri sürülen bu nedenlere bakıldığında, anne istemli sezaryenin, tıbbi bir endikasyon olmadığı savı ile ötelenerek anneyi istemediği bir tıbbi müdahaleye nesne yapmak, hele hele bu nedenle istemi yerine getiren hekime hukuki sorumluluk yüklemek gerek tıp etiği ilkeleri gerekse çağdaş hukuk kuralları açısından kabul edilebilir görünmemektedir.
Anne isteği, ülkemizde muhtemelen önemli bir sezaryen nedenidir. Bu endikasyon gizlidir ve boyutu bilinmemektedir. “Yapılamaz” diye kestirip atmak gerçekçi değildir. Anne isteği ile sezaryenin sıklığı araştırılmalıdır. Anne isteği ile sezaryenin etik ve yasal boyutları tartışılmalıdır. Kanımızca, doğru danışma verdikten sonra anne isteği ile sezaryene olanak sağlayacak yasal düzenlemeler yapılmalıdır. Anne isteği ile sezaryenin etik boyutları tartışılmalıdır. Etik boyut, toplumda tartışılarak tanımlanır, genelgelerle belirlenemez. Ülkemiz bu tartışmayı yeni yeni yapmaktadır. Dünya’da genel kanı,” Genel kanı, hastanın otonomisine ve bir kadının kendi doğum şeklini seçme hakkına saygı duyulmasının etik bir davranış olduğu” yönündedir (Minkoff, H.; Chervenak, F., 2004)
Türkiye’nin altında imzası bulunan, “İnsan Hakları ve Biyotıp Sözleşmesi’nin” 28. maddesi, “biyoloji ve tıp alanındaki gelişmelerin doğurduğu temel soruların, özellikle ilgili tıbbî, sosyal, ekonomik, ahlakî ve hukukî yansımaların ışığında, uygun şekilde kamusal tartışmaya konu olmasını ve bunların muhtemel uygulamalarının, uygun istişarelere konu olmasını sağlayacaklardır.” şeklindedir. Anne isteği ile sezaryen ve hastaların sezaryen tercihi , kamuoyunda yeteri kadar tartışılmadan, hekimlerin karar verme ve hastayı değerlendirme yetkisi yok sayılarak kanunla önlenmeye çalışılmaktadır. Bu durum imza attığımız sözleşmelere aykırıdır.

İnsan Hakları

Bilimsel tıbbın kurucusu olarak kabul edilen Hipokrat, tıp uygulamasını mitolojik anlatımdan bilimsel zemine çekerken aynı zamanda ortaya koyduğu önce yararlı olma ve zarar vermeme ilkeleri ile de etik ilkeler üzerinde yükseltmiştir. Hekime tıp etkinlik alanında baba görevini uygun gören ve bu nedenle paternalizmi savunan Hipokratik düşünce, insanlığın geçirdiği düşünsel gelişim sürecinde yerini özerkliğe bırakmıştır. 20.yüzyılda hekimlik uygulamalarının etik kodlarda ve hukuki metinlerde yazılı hale getirilmesi sürecinde en temel vurgu hastanın özerkliğine saygı gösterilmesi üzerine olmuştur. Hatta öyle ki tarihsel süreçte kendisine danışılan hekim, hastasına danışır olmuştur.

Uluslararası andlaşmaların yanı sıra 1998 de ülkemizde yürürlüğe giren Hasta Hakları Yönetmeliğinde de belirtildiği üzere hasta hakları, insan haklarının sağlık alanındaki yansıması olarak kabul görmüştür. Bu nedenle her ülke, iç hukukunda sağlıkla ilgili yapacağı düzenlemelerde insan haklarına saygılı ve imzalanmış uluslararası sözleşmelere uygun davranmak durumundadır. Eğer yapılacak düzenleme daha önceden izin verilmiş bir tıbbi müdahaleyi, ortadan kaldıracak ya da uygulanamayacak duruma getiriyorsa bu durumda çok daha dikkatli olunması gerektiği de bilinmelidir.

New York’da 16 Aralık 1966 da kaleme alınmış Kişisel ve Siyasal Haklar Uluslararası Sözleşmesi’nde belirtildiği üzere insan haklarının kaynağı, insan kişiliğindeki onurdan kaynaklanmaktadır. İnsan onuru her şeyin üzerindedir. Ayrıca, 4 Nisan 1997 de Oviedo’da imzalanmış İnsan Hakları ve Biyotıp Sözleşmesi, taraf devletlere, tüm insanların haysiyetini ve kimliğini koruma, biyoloji ve tıbbın uygulanmasında, ayrım yapmadan herkese, bütünlüklerine ve diğer hak ve temel hürriyetlerine saygı gösterme görevi vermiştir. Sözleşme, “İnsanın menfaatleri ve refahı, bilim veya toplumun saf menfaatlerinin üstünde tutulacaktır” ifadesi ile bireyi ön plana çıkarmaktadır. Sözleşmenin 5.maddesi özerkliğe saygı ilkesinin gereği olarak aydınlatılmış onamı ele almakta ve “Sağlık alanında herhangi bir müdahalenin, ilgili kişinin bu müdahaleye özgürce ve bilgilendirilmiş olarak muvafakat vermesinden sonra yapılabileceğini, bu kişiye, müdahalenin amacı ve niteliği ile sonuçları ve tehlikeleri hakkında önceden uygun bilgilerin verilmesi gerektiği belirtilmektedir.

Çocukların ve ruhsal bozuklukları bulunanların kendileri ile ilgili tıbbi bir müdahalede karar verme sürecine katılmalarını özellikle arayan bir anlayış, tıbbi bilgilendirmeyi alan sağlıklı anne adaylarının kendileri ile ilgili olan bir tercihte bulunmalarına izin verilmemesini hiç kuşkusuz ki insan onuru ile bağdaştırmamaktadır. Çünkü; Kişisel ve Siyasal Haklar Uluslararası Sözleşmesi 7.madde ile, kendi özgür oluru ile bir kişiye tıbbi deneye katılım izni verirken, bir anne adayının kendi özgür oluru ile tıbbi aydınlatma sonucu sezaryeni tercih etmesini hukuka aykırı olarak nitelemek ve hele hele bir zarar oluşmamasına rağmen sezaryeni gerçekleştiren hekime sorumluluk yüklemek pek anlaşılır görülmemektedir.
FIGO’nun da belirttiği üzere herhangi bir tıbbi müdahaleden önce kadının bilgilendirilmiş rızasının alınma zorunluluğu temelde insan haklarına saygıdır. Alınan bu onamın, bağımsız, tehdit ya da uygun olmayan teşviklerden uzak, hastanın uygun ve anlaşılır bir söylemde ve dilde alındığı hususunda bir kuşku yoksa uygulanmasının önlenmesi ise insan haklarına aykırı olarak değerlendirilmelidir. Ayrıca, fiziken ve ruhen kendisi ile ilgili konularda kendisi ile ilgili karar verme yeteneğine sahip bir anne adayının, sosyokültürel, ekonomik ya da diğer nedenlerle sezaryeni tercih etmesi insan hakları bağlamında saygı duyulması gerekli bir karar olarak değerlendirilmelidir.

Hekim endikasyonlarının kanunla düzenlenmesi, Dünya’da bir ilki oluşturmaktadır.Yasa tasarısı bu haliyle Türkiye’nin Dünya’daki imajını bozacak niteliktedir. Tüm dünyada olduğu gibi ülkemizde de hekimlik yapmak çeşitli ön şartlara bağlıdır. Nitekim 1218 sayılı 1928 tarihli Tababet ve Şuabat-ı San’atlarının Tarz-ı İcrasına Dair Kanun kimlerin ülkemizde hekimlik yapabileceğini belirtmiştir. Buna göre hekimli yapmak Kanunlara dayalı bir hakkın ve yetkinin icrasına dayanır.

Hekim tıbbi görevlerini yerine getirirken yapmış olduğu müdahaleler tıbbi müdahale olarak adlandırır. Klasik manada tıbbi müdahale; koruma, tanı, tedavi ya da rehabilitasyon amacına yönelik olmalıdır. Bu nedenle tıbbi müdahalede tıbbi bir endikasyonun bulunması istenmektedir. Endikasyonlu tıbbi müdahalenin Hipokratik tıp anlayışına göre öncelikle yararlılık ilkesine dayanması gerekmektedir. Yararlılık ilkesi bazen daha az zararlı olan müdahalenin yapılması anlamını da taşıyabilir. Hatta bazı zamanlarda mevcut durumun korunması önce zarar vermeme ilkesi bağlamında yararlılık ilkesine hizmet etmiş olacaktır.

Bu bilgilere dayanılarak tıbbi müdahalenin yapılmasında hekimin meslek bilgisinden kaynaklanan hak ve yetkisi ön plana çıkmaktadır. Bazı durumlarda aynı hasta için farklı tıbbi müdahale seçeneklerinin olması ve bu seçeneklerin bilimsel akademik ortamlarda ya da kürsü kurullarında tartışılması yukarıda zikredilen Kanun’un adındaki tıbbın aynı zamanda bir sanat olmasından kaynaklanmaktadır. İşte hekim, kendisine verilen hak ve yetkileri kullanarak görevini yapması halinde yapmış olduğu ya da yapmamış olduğu kanıta dayalı tıp bağlamında gerekçelendirmelidir.

Dünyada ve ülkemizde en hızlı gelişen meslek alanı hekimliktir. Bu nedenle tıbbi müdahalenin klasik tanımı da değişmek zorunda kalmıştır. Değişen şartlar içerisinde yapılan bazı tıbbi müdahalelerde de yararlılık ilkesinin ve bunun bir endikasyona dayanması imkansız görünmektedir. Buna en güzel örnek canlıdan canlıya böbrek naklidir. Burada vericinin böbreğini vermesine ilişkin tıbbi müdahalede vericiye yönelik bir yarar ve bir endikasyon bulunmamaktadır. Estetik amaçlı operasyonlarda da tıbbi endikasyon bazen problem olabilmektedir. Son dönemlerde yapılan kompozit doku nakilleri gibi.

İşte tam bu aşamada etik ilkelerden özerkliğe saygı ilkesi ön plana çıkmaktadır. Kişinin özgür iradesi ile yaş ve akıl olarak temyiz kudretine sahip olması durumunda insan onurunu ortaya koyan özerk kararına saygı gösterilmesi önem kazanmaktadır. Tıbbi uygulamalarda özerkliğe saygı ilkesinin hayata geçirilmesi hekime, yapılacak tıbbi müdahale ile ilgili gerekli bilgiyi anlaşılabilecek söylem ve dille hastaya aktarma görevini ve sorumluluğunu yükler. Aydınlatmanın özellikle yararlar ve riskler yönünden yeterli olması, farklı seçeneklerin hastaya sunulması halinde hukuken sorun yaratmayacağı kabul edilmektedir. İşte bu durumda tıbbi müdahalede endikasyon, sadece hekim tarafından konulan tıbbi bir kavram olmaktan çıkar, hastanın da müdahil olduğu bazı durumlarda psikolojik, bazı durumlarda sosyal bazı durumlarda da kültürel bir kavram olabilir. Anne istemli sezaryende de aydınlatmanın yeterli halde yapılması eylemi tıbbi müdahale haline getirir.

İşte o zaman birey, İnsan Hakları ve Biyotıp Sözleşmesi’nde de belirtildiği üzere menfaatleri doğrultusunda sağlık gereksinimleri ve mevcut kaynakları dikkate alarak, kendi yasal yetkileri dahilinde, uygun nitelikteki sağlık hizmetlerinden adil bir şekilde yararlanabilmesini talep ederek standartlara uygun bir hizmet alabilecektir.

Malpraktisle ilgili düzenleme
* Kanun teklifinin tıbbi endikasyona dayalı sezaryende gerek sezaryenin uygulanmasında ve gerekse istenmeyen bir sonucun meydana gelmesi halinde medikal malpraktis açısından hekimin ceza hukuku, tazminat hukuku ve idare hukuku yönünden sorumluluğu ile ilgili bir yenilik getirmediği, sadece malumun ilanı olduğu görülmektedir.

** Kanun teklifinin üstü kapalı olarak (Madde gerekçesinde açık olarak) anne istemli sezaryeni ve hekimin taktir hakkına dayalı sezaryeni kabul etmediği, bu durumda sezaryeni gerçekleştiren hekime sorumluluk yüklediği anlaşılmaktadır. Bu sorumluluğun ne olacağı yönünde açıklık bulunmamaktadır. Mesela; ceza hukuku yönünden Türk Ceza Kanunu’nda yapılacak yeni bir düzenleme ile sezaryeni yasaklayıp buna aykırı davranan hekime uygulanacak yaptırımı içeren özel bir madde ihdas edilebileceği gibi, anne istemli sezaryen ve hekimin taktir hakkına dayalı sezaryen Türk Ceza Kanunu’nda “Vücut Dokunulmazlığına Karşı Suçlar” başlığı altında bir yaralama suçu olarak sayılabilir. Bu durumda yaralama suçunun taksirle mi yoksa kasten mi işlendiği sorunu gündeme gelebilir.
Hekimin malpraktis yükünün bu maddeyle hafifletilemsi mümkün değildir. Eğer bu konuda gerçek bir katkı yapılması düşünülüyorsa, malpraktis cezalarında, tıpkı gelişmiş ülkelerde olduğu gibi, kurumsal sorumluluk ve ödemeyi gündeme getirme, ve mesleki dokunulmazlığın önünün açılması gibi düzenlemeleri tartışmak gereklidir..

Bu nedenle Kanun teklifinden önce ;

1. Son dönemlerde inanılmaz boyutlara varan hekime şiddete ve hekim karşıtı asılsız haberlere karşı yasal ve stratejik önlemler alınmalıdır. Hekimi değersizleştiren politikalar medikolegal baskılarla birlikte hekimi normal doğumun olası risklerini almamaya itmektedir.
2. SGK nın özel hastanelerden hizmet satın alması süreci ile sezaryen oranları arasındaki ilişki değerlendirilmelidir. Sağlıkta Dönüşüm Programı’nın başladığı 2002 yılında % 21 olan sezaryen oranlarının 2012 yılında neden %48’lere çıktığı iyi sorgulanmalıdır.
3. Sağlık Bakanlığı, üniversiteler, sivil toplum kuruluşları ve sorunun çözümüne katkıda bulunabilecek tüm kurumlar yanyana durmalıdırlar. Ana hedef “daha az sezaryen” değil, “daha doğru doğum yönetimi” olmalıdır.
4. Konu ile ilgili sürekli medikal eğitim programları desteklenmeli, sivil toplum kuruluşları ve klinikler tarafından klinik kılavuzlar oluşturulmalıdır. Her klinik kendi programını oluşturmalıdır.
5. Sezaryen ve doğum takibi ile ilgili konular (intrapartum yönetim, fetal monitorizayon, travayın indüksiyonu, , eksternal versiyon v.b.) ile ilgili paneller, oturumlar, bölgesel toplantılar düzenlenmelidir.
6. İcapçılık gibi bir sistemin sezaryen oranını arttırması olasıdır, değerlendirilmelidir.
7. Doğumda ağrının azaltılması, epidural anestezi uygulamaları yaygınlaştırılmalıdır. Bir çok annenin normal doğuma karşılaşacağı ağrı nedeniyle istekli olmadığı bilinmektedir.
8. Hedef, ilk sezaryenleri azaltmak olmalıdır. Sezaryen sonrası vajinal doğum (SSVD) ABD lerinde 1986-1996 yıllarında denenmişse de, sonradan bu yaklaşım büyük ölçüde terkedilmiştir.
9. Ekibin gebeyi karşıladığı, gelişmiş kamu sektörü ve özel sektör anne-çocuk hastaneleri desteklenmelidir.
10. Yüksek Okul mezunu ve donanımlı ebe-hemşire yetiştirme süreci hızlandırılmalıdır.
11. Doğum Takibi ve doğum tek kişilik doğum ünitelerinde gerçekleştirilmeli, bire-bir ebe-hemşire desteği sunulmalıdır.
12. Vajinal doğum ve sezaryen ile ilgili gebeler için bilgilendirme kitapçığı / broşürler hazırlanmalıdır. Gebe bilgilendirme sınıflarının kurulmalıdır. Gebeye doğum yapacağı yer ve yöntemi konusunda danışmanlık verilmelidir. Gebelere sezaryen ve vajinal doğum için bilgilendirme ve onam formu sunulmalıdır.
13. Meslek kuruluşlarının katılacağı “Medya Kampanyası “yapılmalıdır. Bu kampanyalarda sağlık hizmetini sunanların değersizleştirilmesinden mutlaka kaçınılmalıdır.
14. Kliniklerde “değerlendirme-geri bildirim” modelleri başlatılmalıdır. Her klinik kendi iç denetim sistemini kurmalıdır. Haftalık-aylık iç toplantılar yapıp, toplam ve kişisel sezaryen oranlarının değerlendirildiği, endikasyonların tartışıldığı, formatlanmış rapor haline getirildiği sistemler oluşturulmalıdır.
15. Oranın göreceli olarak çok yüksek olduğu kliniklerde dış denetleme uygulanabilir. Bu noktada TJOD ve Sağlık Bakanlığı birlikte görev alabilirler. Kliniklerin akreditasyonu süreci de dış denetleme amacıyla kullanılabilir.

16. Fazla sezaryen yapan Kadın – Doğum uzmanlarının eğitime alınmasıyla bu sorun çözülmez. Sezaryenin gerekli ya da gereksiz olduğuna hekim karar verir. Dünya’nın hiç bir yerinde yalnızca sezaryen oranı yüksek diye hekime para cezası kesilen bir ülke yoktur.Hekimin gereksiz sezaryen yaptığına kim, hangi koşullarda karar verecektir.Eğer uygulama, hekimin sezaryen olması gereken olguyu da normal doğuma zorlamasına yol açar ve anne- bebek sağlığı tehlikeye girerse bunun sorumlusu kim olacaktır?. Yasaklama ve cezalandırma yöntemleri uzun vadede , toplum sağlığını olumsuz etkileyecektir.
17. Tüm kurumların sezaryen oranları aynı havuzda değerlendirilmemelidir. Sezaryen oranları kurumların niteliğine göre değişir. Bir tersiyer merkezdeki, bir hizmet hastanesindeki ve A sınıfı bir özel hastanedeki sezaryen sebepleri birbirinden çok farklıdır ve değerlendirmeler buna göre yapılmalıdır.
18. TJOD, toplumun geleceğini öngören, genç nüfusun korunmasını amaçlayan, sosyal nüfus politikalarına karşı değildir. Böyle bir sonuca ulaşmanın yolu, yasaklama ve cezalandırmalar olmamalıdır. TJOD kadın-doğum hekimleri ve SBnın el ele vererek oluşturacağı uzun soluklu planlarla sonuca ulaşılabileceğini düşünmektedir.

SONUÇ

Hekime yönelik şiddetin arttığı, hekimin performans sistemiyle ezildiği bir ortamda, anne ve bebeğin zarar görmediği bir sezaryen operasyonunda bile hekimi cezalandırmayı ve yargılamayı amaçlayan bir düşünce yasa tasarısına hakimdir.
Daha önce Sağlık Bakanlığı’na sunulan ve yüksek sezaryen oranlarını düşürmeye yönelik tedbirlerin hiçbiri alınmadan, sadece hekimi cezalandırmaya çalışmak, sorunu çözmeyecektir.
Sezaryen oranlarının düşürülmesine yol açmayacak, hekimin malpraktis yükünü hafifletmeyen, aceleyle hazırlanmış bu yasa tasarısı geri çekilmelidir.

Türk Jinekoloji ve Obstetrik Derneği ( TJOD )

VARSIN ALSINLAR HERKESİ BİR BİR…SOKAKLAR YİNE DE BİZİM!

merhaba kadınlar,
hergün sokaklarda olmak durumunda kalmayacağımız bir ülke hayalimiz gerçekleşene sokaklarda olacağız…belli ki daha uzun sürecek bu yolculuk. önümüzdeki günlerde bizi bekleyen eylemlerden bir kaçını dikkatinize sunuyoruz. katılalım, yayalım, çoğalalım!

Görsel28 Haziran Perşembe günü saat 19.00 da Uludere/roboski katliamını protesto etmek ve unutturmamak için Galatasaray’dan Taksim Meydana yürüyoruz.(karma)

28 Haziran Perşembe günü saat 20.00 de “Kürtaj Haktır, Karar Kadınların Platformu” olarak son gelişmelere dönük yürüyoruz. Yürüyüş; yine Galatasaray önünden başlayacak, Taksim Meydanda sonlanacak.

29 haziran Cuma Saat 13.00 de Bakırköy Özgürlük Meydanı’nda buluşuyoruz. KCK davasindan tutuklanan kadinlarin durusmasi 2 Temmuz Pazartesi basliyor. Tutuklu kadın arkadaşlarımızın 2 temmuzdaki silivride ki mahkemelerine dair basın açıklaması ardından hazırladığımız kartları postaneye kadar topluca yürüyerek gönderiyoruz.

Durusma oncesi 30 haziran Cumartesi saat 16.00’da Galatasaray’da toplanip Taksim’e yuruyus yapiyoruz. KCK tutuklulari serbest birakilsin diyoruz.

2 Temmuz’da siyahlar giyinerek silivriye gidiyoruz, arkadaşlarımızı yalnız bırakmamak, sivas katliamını unutmamak için..

Previous Older Entries